17 Nisan 2012 Salı



ne güzel bakıyorsun demedi tabi ki. duysam şaşardım. ne bakıyorsun dedi, ben patatesi çatalladım. demir bardaktan çay içmeye, ranzada yatmaya, sabah erken kalkmaya bile alışmıştım, nelere alışmam ki diye düşünüyordum. sabretmek gerekiyordu, dişimi sıktım, içimden ikiye kadar saydım.

çocukken hep derdim ki keşke babam başından geçen bin bir  türlü hikayeyi bir gün baştan sona anlatsa da kağıda geçirsem. ben hayatımda bu kadar susan bir adamı hiç görmüş değilim ya, hayale bak işte. ben parmağıma kıymık batsa kendimde tuğla kalınlığında kitaplar yazma cüreti görmekteyim, adam samut küp. vurulmuş birinden bahseden "kalbini avuçlayarak kalktı adam" diye bir mısra var, vurulsa avuçladığı kalbiyle hiçbir şey olmamış gibi eve gelip köşesine kurulacak ve tek kelime bile etmeyecek bir adamdan bahsediyorum, bahsimle ondan fersah fersah uzaklaşarak. böyle suskunluğum asaletimdendir gevşekliğinde değil, taşırım ben hasretin yükünü tarzında. sıkıntısını paylaşmakta cimri, ekmeği bölerken adil. o görmüş geçirmişliğe şahit oldum, "ve mirastan güzeldir babadan kalma öğüt" okudum diye kulak verdim, dedi ki sen bilirsin dersen kavga çıkmazmış. ben on sekiz yaşında eşek cennetine iman ederek, bütün eşekleri boylu boyunca o cennete uzatmak için can atıyordum oysa. yumruğumla birinin suratı arasındaki mesafeyi en kısa sürede en aza indirmek için gösterdiğim gayret bir gün bilim dünyasına ışık tutsun diye ütopyalar kuruyordum. baba öğüdü çok lezzetliydi ama ben tecrübe ettim ki nerede bir şeyi alttan alacak olsan, üstünde tepinmeyi başarıdan sayan bir kendini bilmez mutlaka buluyor seni.

ben ikiye sayana kadar on kere ne bakıyorsun işittim. bu beşe katlanmışlık katlanılamaz bir hal aldığında yemeğini ye diyebildim en fazla. başımı önüme eğip, ellerim yerinde mi diye yokladım. ses kesilmek bilmediği gibi tekrarı gittikçe sıklaştı. şimdi bu telefonda anlatılacak şey değil, yüz yüze konuşalım deyip kalktım sandalyeden. bir yumruk, iki yumruk, üç yumruk. otomatik pilotta yol alırken ben, o yere düşmeye dünden hevesliymiş de duvarla masanın arasına sıkıştığı için nakavt olamıyormuş meğerse.koparır gibi tırnağı etten, kopardılar seni benden mırıldanmaya başladım. aldı götürdüler beni, bir odada müdür yardımcısının gelmesini bekledim. sanki haklı çıksam hak verecekmiş gibi dinledi ve bana üç gün uzaklaştırma verdi. ben müdürle konuşmak istiyorum olur mu böyle şey dedim, müdür gelince yedi gün ceza kesti.

yağmur yağıyordu, üsküdar iskeleye doğru yanaştık, kaya abi atkısının sarkan yanlarını sırtına atıp arabaya bindi. ne var ne yoktan sonra sen niye buradasın diye sordu bana. abim, birini dövmüş de tek kişilik tatil kazanmış diye cevap verdi. niye dövdün, çok mu kıymetli biriydi senin için dedi, öyle sakin, öyle hesap sormaktan uzak. değil diyebildim ve ekledim sür arabacı, aydınlanma çağına. sonra bana bir haller oldu, kimlere ne kıymetler biçerken ellerimi öptürecek kimseyi bulamaz oldum.

o bahsettiğim biraz alttan alsan, kıymete bindirsen de sen yayan gitsen, o eşekler seni eşek belleyecekler teorimde ihtisas yaptım lakin şimdi alttan alttan gülüp, içimden o senin eşekliğin canım benim demek gibi yetiler edinmiş olduğumun da farkındayım.

bu da böyle bir ağrımdır.

2 yorum:

  1. Çok çok acayip bir adamsın. Aklının, kalbinin bir köşesine kurulabilmeyi isterdim.

    YanıtlaSil
  2. hizlica okudum oyle surukleyici
    ama anlasilmasi kolay degil
    yani anlattiklarin sanki
    anlatmadiklarinin satir aralari gibi
    yazarken bile icine atmissin cocuk:)

    YanıtlaSil