2 Eylül 2014 Salı

Hiperaktivist

Yirmi sekiz yıl yedi ay dört günlük iken girdiğim evdeki mütevazı laboratuvarımdan, yirmi sekiz yıl yedi ay beş günlük iken çıktım. Dünyadan böyle bir soyutlanmayı en son "bir insan neden sakız çiğner" sorusuna bir cevap bulabilmek adına gerçekleştirmiştim. İnzivam, hedeflediği amaca ulaşamamıştı ama sarf ettiğim emeğin dünya tarihine yapacağı küçük katkının sevinci her şeye değerdi. Bu seferki kopuşum biraz daha uzun sürdü. Yemedim, içmedim, telefonlara çıkmadım ve nihayet neticeye ulaştım.

Her şey bir nisan günü başladı. Oda sıcaklığında muhafaza edilmiş medeniyet, tatil özlemi, etiketinin yarısı fiyatına pazartesi sendromu, dijital makinemden çıkmış sümüklü çocuk fotoğrafı, kartvizit ve abaküsle donattığım çalışma masamda teknolojinin organik nimetlerinden faydalanarak akşamı ettiğim bir gün, işten çıkıp yürümeye koyulmuşken burnumda yeni söndürdüğüm yangının özlemi tütüyordu. Dünya düşünsel tarihinin seyrini “olur öyle arada” diye değiştirme, acil bir durumda imdat frenini çekme planları yapıyordum. Dudağımdaki ıslıkla susturmuştum şehrin bütün gürültüsünü. Utanmasam, insan içinde keyiften gülecektim. Karşıdan karşıya geçmek için durakladığım sırada önce tanıdık bir ses duydum, daha sonra hızla gelen arabanın çarptığı kadın ayaklarımın ucuna düştü. Yayalar için yeşil ışık yanmıştı, kadının üzerine basmamak için azami dikkat göstererek karşıya geçtim. Arkama bakmadan ilerledim. Eve gelip üzerimi değiştirdim, yemeğimi yiyip çayımı demledim. Ayaklarımı uzatıp televizyonun karşısına kuruldum. Akşam saatlerinde meydana gelen bir kaza sonucu yaralanan kadının uzun süre yardım beklediğine dair haberleri gözlerim dola dola izledim. Yerde bir cüzdan görse eğilip alacak bir dünya insanın, yerde yatan kadına, onu hiç doğmamış ve de yaşamamış gibi yok sayarak, elini bile uzatmayışına ettiğim şahitlik beni insanlıktan soğuttu. İşte o an fark ettim bende farklı bir şeyler olduğunu. Gördüğüm manzara sebebiyle değil, bir ceza gibi kaderime yazılmış yüksek duyarlılığımdan ağlıyordum.

Daha sonra epey çalışarak önceleri ceza olarak gördüğüm bu özelliği insanlık onuru adına mihenk taşı sayarak fazlasıyla geliştirdim. Artık çok geniş yelpazede seyir gösteren bir hassasiyete ulaşmıştım. Nesli tükenmekte olan kuşlardan, çok sert çeken kışlara, hükümetlerin ekonomi politikalarından elektriğin dahi uğramadığı köylere, sosyolojik tahribatın insan üzerinde yaptığı etkilerden verilmeyen gollere, çürüklerin arka tarafa yığıldığı pazar tezgahlarından sefer saatlerine riayet etmeyen halk otobüslerine, yürüyen merdivenin sol tarafını işgal eden duyarsızlardan minibüste otobüste bağıra çağıra telefonla konuşan arsızlara, sebepsiz terk eden sevgililerden yok yere kavga çıkaran evlilere, hiçbir yeteneği olmadığı halde gündemden düşmeyen uyanıklardan bize de bir gün faydası dokunur diye irtibatı kesmeyen dalkavuklara, bir türlü haber alınamayan evlatlardan eve sarhoş gelen kocalara, kadına uygulanan şiddetten sel basmış yuvalara, işçi ölümlerinden patron düğünlerine, giderek artan suç oranlarından giderek azalan tahammül sınırlarına, yetim çocuklardan tutmayan kuponlara, bedava dağıtılan sütlerden fiyatı gün aşırı artan ürünlere, adalet sisteminin adaletsizliğinden kilo verdirmeyen diyetlere, okuyup uçuran nefeslerden nefes kesen heveslere, heslere, hislere kadar pek çok konuda duyarlılığımı artırdım. İşi daha da büyütünce, artık bu müthiş hassasiyeti göstermek için günün belirli saatlerini sadece bununla iştigale ayırdım. Akşama kadar zihnimde biriktirdiğim olaylara ilişkin üzüntümü, günün o saatinde, başka hiçbir şeyle meşgul olmayarak yaşıyordum. Kendime masa başı ek bir iş bulmuştum bile denebilir. Oturup günde beş dakika üzülerek başladığım maceram, artık günde kırk beş dakikaya kadar yükselmiş durumda idi. Gün içinde ufak kaçamaklar yaparak yine bazı ufak tefek şeylere üzülmüyor değildim ama kahrolmanın alasını eve bırakıyordum.

"Bunun adını koyalım artık" çağında yaşıyorduk ve yaşadığım yüzyıla ihanet edemezdim. Düştüğüm bu boşluktan kendimi ancak tanımlayarak kurtulabilirdim. Kendimi, evin en küçük odasına kapadım. Deney malzemelerimi önüme koyup düşünmeye başladım. Halk kahramanlarının, roman karakterlerinin, tarihe adını yazdırmış liderlerin, şiirlerin, şarkıların, felsefenin, sosyolojinin, psikolojinin, kitapların, büyük insanların eşliğinde yaptığım yolculuğum kendime bir sıfat bulmamla sonuçlandı. Vaktimi şaşmaz bir kararlılıkla ayırdığım bu soylu eylemin, kar kış demeden, üşenmeden, yılmadan sürdürdüğüm hassasiyetimin adı bu olmalıydı evet. Başka türlüsü bende olanı  karşılamaya yetmezdi. Sonunda hakkımı kendime teslim ettim. Tarifi imkansız bir gururla çıktım inzivadan, tarifime kavuşmuş olarak. Artık bir sıfatım vardı.

Şimdilerde ise "Düğünlere oyun ekibi temin edilir" fikrinden hareketle, "Olaylara duyarlılık gösterilir" fikrimi hayata geçirdim. İster toplumsal, ister bireysel olsun herhangi bir sorunla karşılaştığınızda bana ulaşarak, çok düşük bir meblağ karşılığında, oturup sizin için de üzülmemi sağlayabilirsiniz. Bakın şimdiden gözlerim doldu.