23 Ekim 2014 Perşembe

dünya kadar fikrin olacağına, fındık kadar aklın olsun.

Bir sabah yine, bir gözleri ahuyla şen kahkahalar, “Saç kesimine bayıldım” naraları atamadım. İnce belinden kavrayıp sokaklarda dolaşamadım. Onu da geçtim kahvaltımı yaparken portakal suyu içip, bol ekli bir gazete okuyamadım. Yumurta yedim, çay içtim yine, yine sallama hem de. Üst üste konulmuş, sağı solu dağılmış kitaplarımın manzarasında, “bunları okuduğum için dağınık burası” havasında. “Önerebileceğin bir kitap var mı?” diyen olursa, okuduğum bütün kitapları sayıyorum, çok mu yabancı geldi bu tavsiye sana?

Aslında önemli biriyim. İş, eş, arkadaş çevremde veya toplumda fikirlerime saygı duyulur. İçinden çıkılamayan bir mesele olduğunu düşündüklerinde ilk olarak bana gelirler, onlara sunacağım bakış açısı sorunun çözümüne değil, çözüm yoluna yöneliktir. Pratik tariflerle inanılmaz tatlar elde etmek gibi, püf noktasıyla sonuca yalın yaklaşımlar yapmak gibi. Ben onlara gerçeği veririm. Onlara hayat tecrübemin bana kazandırmış olduğu öngörünün ışığında yol gösteririm. Bu çalışma ile elde edilebilecek bir şey değil inanın. Garip bir yetenek, pek az kişiye bahşedilmiş bir şey. Sadece fikirlerimin varmış olduğu noktayla da alakalı değil bu saygı duyulma hali. Eğitimim, sosyal yaşantım, başarılarım, bunların hepsi bu saygının oluşumunda etkili oldu. Bu sebeple kendimi “çok yönlü olmanın hakkını teslim eden kişi” olarak tarif edebilirim. 

Anlattıklarımın kuruntudan öteye gidemediğinin aksini ispatlamak da bana düşüyor tabii ki. Kendimden bahsetmeyi, daha da önemlisi kendimi övmeyi sevmiyorum ancak durumun ortaya konması açısından bu yola başvurmayı da kaçınılmaz olarak görüyorum. Fikirlerim demiştim, ortalama insan aklının önerebileceği her şeyin en uzağından geçerek bu noktaya varmış bulunuyor. Alışıldık yol göstermelerin, bilindik önerilerin hepsine burun kıvırarak varlığının başkalığını perçinliyor. Geçenlerde telefonum çaldı. "Konuşmamız lazım" dedi bir arkadaşım. En sevdiğim dizinin ilerleyen bölümlerinde ne olacağına dair kafa patlatmak gibi bir meşguliyetim olmasına rağmen, “Tabii ki” dedim, “Buyur gel, konuşalım”. Çünkü arkadaşlık bunu gerektirir. Arkadaşlık fedakârlıkla beraber bir bütünlük arz eder. Bunun farkında olmamanın beni aynılaştıracağını bildiğim için üzerime düşeni yaptım ve kapımı açtım. Yüzünden düşen bin parça, bin bir gecelik ilişkisinde sorunlar olduğunu bağırıyordu. Öğrendiğim ilişki tekniklerini uygulamanın tam zamanıydı. Oturduk, konuşmaya başlamadık. “Beraber susabilmek” modasının kucağındaydık, bu bir erdem olmalıydı. Susmanın bu kadar lafı edildiğine göre susma işinde bir müthişlik vardı. Bacaklarını karnına çekip, kollarıyla bacaklarını sarmış, çenesini dizlerinin tam ortasına getirmeye çabalamak gibi acayip bir hobi edinmişti o esnada. Yüzünde, sabah beşte yatıp yedide kalkmak zorunda kalmış gibi bir ifade vardı. Söze giren o oldu [İşte bunu seviyorum. Biraz sabır, kahraman olmak için yeterli. Hemen içimden lafı soktum "Ben daha çok beraber sustum"] ve "Bitti" dedi "Bitti". Bütün bitişler uzmanlık alanımdaydı. Sorun yine bildiğim yerden gelmişti. İstediğim çözümden başlayabilecek, kâğıdı doldurabilecektim. Ki ben en kısa çubuğu çekip bahtımın sürgüsüne çakmıştım. En beterlerini yaşamıştım. En çok ben üzülmüştüm, kimse beni anlamamıştı. İçime kusmuştum, bildiğim bütün dillerde susmuştum. Kendimi yollara vurup, arkadaşlarla kafelerde oturmuştum, “Şu kız fena değil” deyip “yerine sevemem”ler tutturmuştum. Hepsini, hepsini zirvede yaşamıştım. Oturduğum koltuktan kalıp arkadaşımın yanına gittim. Zehirlenen hislerine panzehiri bir an önce zerk etmeliydim. Yoksa anlamsız bir kırıklığın baş aktörü olabilir, rolü için kilo alabilir, saçlarını kestirebilir, kendisini odasına kapatabilir, “Bütün erkekler öküz”, “Sevdiğim kadar sevilmedim” diyebilir, “Sana o kaşarla mutluluklar dilerim” gibi temennilerde bulunabilirdi. Gelmişken burada biraz kalayım.

[Ne dillere destan bir görünüşüm, ne ağızları açıkta bırakacak bir yeteneğim vardı. Ne ulaşılması imkânsız okullarda okumuş, ne gıptayla bakılacak bir meslek edinmiştim. Ne büyük kazanımlarım, ne asla unutulmayacak fedakârlıklarım olmuştu. Günümün sekiz saatini uyuyarak, sekiz saatini “Mesai bitsin” diyerek, kalan sekiz saatini de nasıl müthiş bir insan görüntüsü verebilirim diye düşünerek geçiriyordum. Hayatımdaki üç-beş kişiden başka varlığımın farkında olan insan sayısı üçü-beşi geçmezdi. Varlığım insanlık tarihine hiçbir şey katmamıştı. En fazla torunlarım adımı anacaktı. Yani bir yüzyıl içerisinde hiç yaşamamış sayılmam için gerekli bütün şartlar yerini bulacaktı. Bunun farkındaydım. “Cesur değilsen bile öyle davran, kimse ikisi arasındaki farkı ayırt edemez” diyen adamın tezgâhından geçmiştim. Dolayısı ile “biliyormuş gibi görünmek balonu”m, bir iğne ucuyla karşılaşana kadar gayet şişkin varlığını sürdürecekti. Politik yaklaşım, sosyolojik değerlendirme, ekonomik irdeleme, sanatsal bakış, edebi derinlik, eleştirel bütünlük, nesnel kalmışlık, yazınsal hayat, çözümsel sebat, hepsi bendeydi yani. “Açık kalp ameliyatı nasıl yapılır” deseler, o konuda bile fikir yürütecek bir muhakeme kabiliyetinin zirvesindeydim. Hiçbir dayanak sunmadığım kesinlikler piyasaya sürmekten beni alıkoyacak bir sistem geliştirilemediği için, mesnetsiz konuşmaların aranan ismi olmuş, hep meşgul çalmıştım. "Sevdiceğim ağzıma sıçtı" diyerek kitlelerin duygularına yaptığım yeminli tercümanlığa engel olacak set henüz kurulamamıştı. Aldığım alkışı sonuna kadar hak ediyordum. Ama kimse de umurumda değildi. Ben beğenilmek adına hiçbir eylemde bulunmadım, beğenildiysem de oralı olmadım. Hayatı bildiğim gibi, algıladığım şekilde yaşamanın haklı gururunu yaşıyor, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşıyorum. Duruşumdaki kayıtsızlık, bakışımdaki umursamazlık, beni imrenilecek kişi yapıyor. Gibiyim gibi gibiyim. Kafam atarsa çeker giderim. Bu kadar dikbaşlı, asi soslu, jülyen dilimliyim.]

Elimi arkadaşımın omzuna atıp "Üzülme" dedim, "Senden iyisini mi bulacak?", "Kaybeden kendisi olur". Verdiğim bu akıl, zihninde şimşekler çakmasıyla sonuca ulaştı. Yeniden doğmuş, aydınlanma çağını yaşıyordu. "Tabii ya" dedi, "Ben ne düşüneceğim, o düşünsün" diyerek sevinç gözyaşlarına boğuldu. Mutluydum. Çünkü kimsenin dinlemediği müzikler dinleyip, kimsenin bilmediğini filmleri izlememin, kravatı nizami takmamak gibi aykırı bir hayat yaşamamın, dilimin kemiksiz oluşunun, zapt edilemez düşünüşümün, keskin zekâmın, engin dehamın meyvelerini dağıtma görevim yine başarıya ulaşmıştı. Kendi kendime tekrarladım.

"Yoksulluğum budur benim, durup dinlemeden bağışlıyor elim"