9 Nisan 2012 Pazartesi


olsun mu beklenmedik havadis günü, vursun mu neşesi kapısını harabenin.


şurada bir şey duruyor. ben çok oluyorum. ben ne hakla kimleri bana katıyorum. ne katı yorumlarım var, kura çekiliyor, kendimi kupkuru bir duvarın altında ezilirken buluyorum. heyhat, ne nem. ne güzel işliyorum ben bu ağrıyı, ne yüksek düşüyorum basamak eklediğim merdivenden. ne uzak zemin, bu kaçıncı kat, ben buraya kaç tekrardır geliyorum. gelmek üzeredir diye bir eşikte duruyorum, bir titremedir gidiyor ve ben de bir parmağımı uzatıp nispet say kaygı bilsin kuyusunu kaz kendisine yusuf bulsun, ona da tamam zülküf de vursun, diye diye, duyarak ta şuramda -ve kağıdı ve kalemi ve seni bunca sevmeme rağmen- sana son kez yazsam düğüm oluyorum, asılı kalıyorum, sebep biliyorum. bu ne kısa dünya böyle, ayaklarımı dışarı taşmış buluyorum.

sebat et subut bul delil ol kara çal uzat ellerini reis bey uzat diyorum. bu kahkahasızlık fazla demeye kalmıyor, ablam dördüncü kattan düşen çocuğunu yerden kucaklarken orada mı uyuyakalmış yavrucak diye bir soru duyuyorum. gel de koyverme kendini, öl de o mezara sen girme . ben ölmüyorum diye mi yapıyorsunuz bunu, ben oralı olmuyorum diye mi kaçıyor bu ahbaplık. yani ben ölmedim diye şimdi ne var üstüme bu kadar gülecek. anladığım kadarıyla ölmediğim için şahit yazılıyorum şu alın yazısının çatına, anladığım kaderiyle ölmek tabi ki çok fiyakalı lakin ben kendime ölüme uygun renkte bir takım elbise bulamıyorum. bu birtakım sorunlara yol açıyor, çok uzak ben gidemiyorum, dünyalar içre ben hariç bir gazel dökülüyorum.

kafam karışıyor, ben aynı ekmeği bölüşmediğim çocuklarla aynı deftere çiziliyorum. bana kimse sormadı diye biliyorum, olacak iş mi bu durduk yerde. ben nerede duracağımı bilemiyorum. peki icattan sayılır mı bu, dünya gibi dönen bir şeyin üzerinde. dişimden tırnağımdan döşümden gülüşümden biraz sevimlilik attırsam kabul görür mü. han bilsen avuçlarımı da bir an mihman olup konaklasan diyecek gibi dursam, ben sanki bilmiyor mu olacağım bu çalıların etrafında itliğime dalaşmamak için gezindiğimi, ben bilmiyor muyum köşe bucak kendi piçliğimden kaçtığımı. elbette biliyorum, ebed bildiğimin ucunu bucağını, orada sıkışıp kaldığımı, ayıbımla bakışıp sinsi sinsi güldüğümü, elbette biliyorum hay saklınla bin yaşa sen ve ben oradan yine kendi labirentime çıkıyorum.

yazmıyorsun ama farz et ki yazdın, mektup okumakla diner mi hasret görünce şu kadar satır, söylememek için nasıl kıvrandığıma da baktım. mutlu olacak çok şey var diyor, mesela deyince cevapsız kalıyorum. oysa dense ki bunu sana söyleyebilecek birinin nefesi, ikna olacağım. biri bana ruhundan üflesin, nihayet kafa tutabileyim diye kendi tabiatıma, şu derede yıkanayım diye, ayaklarımla toprağa basayım diye, ne heves ne serap. pek gereksiz kaygı. yetti bikesliğim diye bağırarak herkesin ortasında duruyorum. biri şefkatten ördüğü bir sepette bir baş koymalık yer verse diye. merhamet, ağızların iğrenç sakızı mı bir daha bak. ben de bakayım, yolunu gözleyeyim. tam yerine rasathane gelsin gibi diliyorum.


bu kadar eşek şakası yeter. ben hep yerli yersiz konuşuyorum. anlatıyorum ama soramıyorum da ayıptır sorması diye başlayarak, şimdi değilse ne zaman sırası, şimdi değilse ne zaman müsait olursunuz, o şatafatlı esvaplardan, o rengarenk karanlıktan, bu şangır şungur varoluştan ne zaman kafanızı bu tarafa çevirirsiniz. herkesin bir parçası olduğu aksaklıkta kimse kendi dişlisine diş geçirmeyi düşünmek istemiyor biliyorum. canınızı mı sıktım, moralinizin fiyakasını mı bozdum, niye böyle bir anda işiniz çıkıyor, bir anda gitmek zorunda kalıyorsunuz, bir anda çok üzgün, bir anda nasıl beni piç gibi ortada bırakıyorsunuz. içime dert oldu gırtlağınızı da sıkacağım, mikrobunuzu da kıracağım, deleceğim göğüs kafesinizi iyi gelecek açık hava. olur mu öyle şey canım, tabi ki şaka yapıyorum. 

düşün ki ben kitapları beni anlatsın diye okuyorum, benden bahsetsin şu film diye can atıyorum, her arayışım halimin doğruluğuna kendimi ikna etmek üzere. aynı kumaştan dostlar buluyorum, bir başkasında biraz pürüz görsem bütün ormanları yakıyorum, canı cananı nebatı tek kalem darbesiyle haklıyorum. böyle yaşanabilir mi. ben ne zalimim ki yaşıyorum. bunu da kendime bir kusur olarak atfetmiyorum, kendimden başkasını affetmiyorum. hayır senden bahsetmiyorum, kusur samur kürk olsa kimse üstüne almaz diyorlar da ben alkış tufanına bir gemi inşa edip dümenine baş tacı etmek istiyorum. insan kendini gerçekleştirmeli, gemiyle olur, denizle olur, hem de diyor ki seni olağanca hızıyla başkaları gibi yapmak isteyen bir dünyada, ben yaş halimde bak nasıl kırılıyorum.

sıra sıra selviler altında değil de tabi arasıra ben bütün varımın yoğumun bir kulak tıkacından ibaret olmasını diliyorum. sanki ses felaketin en büyük destekçisi ve değil mi ki kıyamet bile buna endeksli. halbuki param da var, istesem alabilirim. ama ben o parayla dünyayı görmemek üzere duvarlar biriktiriyorum, ben ihtiyaçlarımdan manzaralar eşliğinde, öte tarafta, tüm bunların ardında yaşanacak koca bir hayatı kaçırıyorum. nasıl söyleyeyim kimseye ayıp etmeden yokluk özlenir mi, ama gel gör ki ben cebimle olmayan parayla kilometrelerce yolu yürüyebilecek dirayeti şimdi hiçbir karşılıkla alamıyorum, cüzdanım biraz eksilse şen kalamıyorum, yaşayacak gücü bulamıyorum. bunu yapan da varlık. ağız tadıyla buruşamıyorum, başa dönemiyorum. dönüp dolaşıp sen ve yağmur başa dönemezsiniz okuyorum. 

muvazaa diye bir eylem var. tarafların aslında yapmak istemedikleri bir işlemi üçüncü kişileri yanıltmak amacıyla yapmaları ya da yapmak istedikleri işlemi bir başka eylemin arkasına saklamaları. bunu her yerde öğretebilirler. peki iki insanın birbirini, her ikisinin de bildiği gerçekleri gizleyerek, görmezden gelerek, hem de ortada üçüncü kişiler yokken, bambaşka şeyler söyleyerek yanıltmalarını kim açıklayacak. ben bu konuya niye girdim bilmiyorum ama açıklayabilirim. ol hakikatte o zaman tasvirin kaymağını kim yesin, harabe derim, virane derim, ölüm derim, ayrılık eklerim ki bunlar bir insanı haklı çıkarmak için yeter de artar. işbu çırpınış demişken boğulan birinin el sallayamayacağını biliyor muydunuz, peki ya boğulmanın çok kısa sürdüğünü, pek sessiz gerçekleştiğini. ol sebepten çölün ortasında serap olsa gerek, yalancı çobanlar boğuyorum. 

bir yalnızlık düşün ki terbiyeye davet edilsem gideceğim. yalnız mı telaffuz ettim, o senin kimsesizliğin. bildiğim bir şey varsa, o da bildiğim hiçbir şeyin işe yaramadığıdır. ben bildiğimin bir faydasını görmedim, gören olursa insaniyet namına not alsın, kayda geçsin. hepsi hepsi uluorta insan neyi kendine dert ettiğiyle insandır diyebiliyorum, sesime bir yankı bulamıyorum. hani ben heybetinden yanına varılmaz dağlarda kin güdüyordum, sebep otlatıyordum. oluyor mu işte böyle ortalık yerde yar koynunda bir çift sunadan ben uçurumlar biçiyorum. kendimi çok biçimsiz buduyorum. biçkisel hayata yaptığım katkılardan dolayı, hiç mi vicdan yok sizde, biraz da mı özlemediniz yani beni, bir plaketi yok mu görüyorum. kavramak zorunda kaldığım, ben ruhumu pratiğe dökemiyorum. diyorum ki sen orada kendi güneşliğinle nasıl üşüyorsun, bak ben nerede kuruyorum. 

hanımefendi siz kendinizi ne sarıyorsunuz?


6 yorum:

  1. tepkilerde neden olumsuz bir seçenek yok?

    YanıtlaSil
  2. hayatımın tam da bu döneminde, böle işe doğru araba sürerken tangır tungur ağlayorum da, gözümde biriken yaşlar tutunamayıp kendini aşağıya atıyor. böle işyerinde bana ait ortak tuvalette hıçkır hıçkır ağlıyorum da, kırmızı ve şiş gözlerimi soranlara “bahar alerjisi” diyorum. bu araf gibi mutsuzluk yerine artık tam bir delirmek olsa da ve böylece hem işe gitmesem, hem de ücretli izin için mazeretim olsa, yalvarıyorum. bir film izliyorum ve çıkışta boş sokaklardaki topuk seslerimden korkup kendimi aynalara gösteriyorum.

    tam da şu anda, aşık olduğum uzaktaki adam bana, senin yazdıklarına benzer sözcüklerle gelsin istiyorum, gelmiyor. sen, senin hanımefendiye sesleniyorsun, bilinmez o neresinden cevap veriyor. ne biçim hayat lan bu!

    YanıtlaSil
  3. ne söylesem diye düşündüm, bulamadım. belki yeni bir yazı yazılabilir ama bu söyleyecek değil, yazılacak bir şey olurdu. sadece nefes açıcı tadında "leyla köşesi" tavsiye edebiliyorum.

    YanıtlaSil
  4. ben ise inatla "göğe bakma durağı"nı okuyordum. sen diyip de leyla köşesi'ni okuyunca nefesim kesildi de kaldırıverdim kafamı, etrafıma bakındım şöyle bir, her daim izlendiğimi idrak ettim de, kafam açıldı. yine de kafanın bildiğini, gönle indirmek zaman alıyor heyhat! şimdi ilaçlar yazındım ve kokular süründüm. yeni bir günün yeni bir gün olduğunu bilene dek devam...

    YanıtlaSil
  5. Harikasin bayıldım bloguna sirayla okuyorum gozkapaklarim agirlasmamali.. şimdi olmaz

    YanıtlaSil
  6. Harikasin bayıldım bloguna sirayla okuyorum gozkapaklarim agirlasmamali.. şimdi olmaz

    YanıtlaSil