4 Nisan 2011 Pazartesi

adam olsaydım

adam olsaydım ben, dünya bambaşka bir yer olurdu. görüşgah.

abanmayı gerektiriyor birindeki eksiklik. hiçbirimiz kendimiz olmazken hep ağzımızda külü düşmek üzere olan bir sigara gerçekliğinde "ben olsaydım"lar. düşürülüp kirletiliyor gerçeklik. öznesi bırakılıp gidilmekten ibaret o adam, çatısında edilgen fiiler. ben olsam tutardım, ben olsam sarardımın röntgeninde benim yapamadıklarımı da sen öde teşhisi, benim bencilliğimin ceremesini de sen son nefes gibi çek, çeksen ne var kuşkusu.

içtenliği kayıt altına alamayan bir dünya yaşadığımız. tartıya gelmiyor samimiyet. doğru bildiğimiz, sonrasında en doğru diye itimat ettiğimiz şey an gelip sen bunları ciddi mi sandın'a dönüşüyor. herkeste bir şaka çuvalı. şakaydı o. bu? bu da. budanıyor örtüsü inanabilmenin.

o şen kahkahaları benim görmüyor olmam ve hatta kahkaha atmadığına inanıyor olduğumu sanman, sanmam için çabalaman. yani akla düştükçe keder veren şey, gerçekten keder midir? yoksa keder dediğimiz kefli icat, bir biçim mi olmalıdır tam da hayatımızın ortasına oturtmamız gereken. dünyayla meşguliyetimizden artan kalan zamanlarda bizi düşündüren şey ne kadar bize ait? ne kadar yaşamamızla alakalı? kederin hakkını veremezken talep ettiğimiz huzur ne kadar nadan.

ben adam olsaydım üzüntü bulaşmazdı lokmaya. bir dalgınlık sarmazdı kimsenin gözünün ferini. tadı tuzu kaçmazdı akşamın. gözü pek bir adam masanın sandalyenin hesabını yapmazdı.

gözümüzle algıladığımız
gözümüze tapışımız
ard nedir bilmeyişimiz
tüm hesapları yapmış olmak
ölçüp biçip tartmak
kıymete bindirmiyor bizi.
gördüğümüz yalanı
görmediğimiz hakikate yeğ sayışımız
mütekabiliyetsiz bir isteği
görmezden gelişimiz.

adam olsaydım çayın demi, yemeğin tuzu. adam olsaydım sizin hep kendinize yontuşunuzu da görmezden gelirdim. "ya onun düşü?" demenizi beklemezdim. sizin olmayan eksikliğiniz, her şeye karşı koyabilmeniz, benimse boyun eğişim.

-onbir meridyende sürgün keder ve ibrişim-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder