18 Eylül 2011 Pazar

kırılan daldan medet
umacak değilim ya ben
koluna taktığın sepet
ten kokusuna da kırılacak değilim.

anarak bir kıvrımın
susayışlarda bıraktığı hengameyi
ıssız adaya düşse insan düşünmez elbet
üçü beşi.
serap diyorlar
koynunda kunduzların leşi.
nereyedir bu gayret
mesela bu rota kaçı gösteriyor
abaküse gelir mi samimiyet
hamel, itiraf et
kitapların kalınlığında bir tuğla
düşse mesela gökten
uyandığında koşarak çıkmaz mısın
buruşuk o yerden.

koskoca bir ağrı kuşandım
şimdi gidilecek bir deva kalıyor
geriye gelmeyi düşünmüyorum
çünkü hayat yaşarken çok vakit alıyor

dedim bu dünyanın ters yöne körelişi
bir korluk var bunda evet
ya yanarsa bağ,
beni bilinmezlıkle sızlatan
dedi sen bunu al
ölülerin ulaşamayacakları bir yere ko.
dedim nasıl olur
nasıl bulur arayan hevasını
öyle güzel susuyor ki
sessizlik sıkıntı vermiyor
dedim manyak mısın
dedi hayır demeye dilim varmıyor.

13 Eylül 2011 Salı


size de oluyor mu aynısı?


sık sık. gerçi sıklık nedir bunu insan kavrayamıyor. insan aklının karışık olmasına şükrediyor ne acayip. bir haftaya yedi gün çok mu mesela? bu bir sıklık sayılabilir mi? dört mevsim sıkıntı veriyor, hem de iki bahara rağmen. bir de -bahar hem sensiz hem yatalak geçiyor-, saymak, virgül sarfiyatına neden oluyor demiştim hatırlıyor musun? hatta bu virgül sarfiyatına neden oluşluk’tu tam olarak. iyi kavramını aynı potada eritmek için bir abaküse elma-armut toplayıcı eklenmeli bence. sık sık abaküs deyişimde bir hesaplanamayışlık var mı bunu da düşündüm. kullandığımız kelimeler bizi ele verecekse, en basitinden yardım ve yataklıktan yargılanmalılar. mesela çakmağa gaz doldururken yanan birini, salt bununla anabilir miyiz? oluyor öyle şeyler. bir kere belki de çok kere, tenimi sıyır üzerimden, eziyetin ortasinda utangaç bekleyeyim derken, bunun varacağı yerde insan kendi sorgusuna bilmediği yerden soru soruyor. çay iyidir mesela. bunlardan sallandıracaksın iki tane, bak bir daha elin üşüyor mu? ne diyorlar ona, ikame edilebilirlik. bence ikame edilebilirlik insani değil, ticari. arz ve talebin esnekliği. nev’i diyorlar. bulgur gibi. oysa antika öyle mi?


neden?


bak konu merak olunca, ve filmde geçtiği gibi "maskeli birine kimsin diye sormak- yani, insan mantığı itiyor, mantı tabağını bir kenara bırakıyor. 


yaprak taşıyan karıncalara imreniyorum ben ve benim için kanguru en içli hayvandır.


serçeler yarın ne olacak diye düşünmüyor, kanattan mı sandın bu özgürlük?


mesela "yerin hazır" iyilik belirtir ama "yerini yapmak" kötü bir deyimdir. kimyayı sevdiğimi bilebilseydi insanlık. 


en çok "ne çok şey söylemişim" diyorum da bir kere belki de yıllar önce "nedir kelimeleri böyle zihnime bölük pörçük düşüren" de demiştim. bölmek bir elmayı çoğaltmaz sanıyorsun, bunu matematikle açıklamaya bile kalkarsın. 


"bunda şaşılacak ne var" kirli bir cümledir. bir kere alışmak kötüdür, en çok burnuna hayıflanmalı insan belki de ya da bu duyuya.


bana çok acayip geliyor, buyur ediyorum tabi ki. kapıyı çalmadan açıyorum hem de. hissikablelvuku bir arşiv vakası olarak hatırlanıyor ve. resme merak saldım demiş miydim? şema çiziyorum, hem de bir diğer musluk boşaltmıyor içini.


şöyle düşün, örneğe girecekken aklıma geldi; hayalgücü diyorsun da suyu bildiğin için okyanusa ulaşabiliyorsun.


mesela görüp geçtiğin, belki yüzüne bile bakmadığın nicesi, yani diğer taraftan birinin, yüzünü görmek için can attığı birisi. kantarın topuzunu kaçırmak istemezdim.


yani nedir, insan özlemenin ululuğuyla mı avutmalı kendini, yoksa bahtsızlığına çatmalı? kendini pek çok insandan üstün görsen de görmek istediğin birini gören ve neyi gördüğünün farkında olmayan ve adına sıradan dediğin herhangi biriyle kendini kıyaslamak durumunda kalıyorsun.  


"neden" daha başlarken bir kalıba sokmaktır, yol göstermektir, çerçeve çizmektir.



6 Eylül 2011 Salı

sanki


sanki uzaklık ölçülebilir bir şeymiş. olacağına varmış da biz de peşisıra koşarken çatlatmışız ardamarını, yıkmışız sükut duvarını. atladığımız çitlerden sıyrık alıp, çaput bırakmışız şu dilek olsun der gibi.

yakamıza diktirdiğimiz iki el var. şurada dursun.

gözüm takılsa da şu çanağı devirsem kırmızı yayılır zemine. çok yükseğe çıksam sakarlığım tutuyor. ellerim titriyor, bilmiyorum neyin üzerine. ne konuşuyorduk, nerede kalmıştık, kim ağırlıyordu bizi, ne yaşayacaktık da çatkapı devrildi gök. ben bunun altında mutlaka bir şey ararım. zaman altından ne sular akıyor, şu paçalarımız bileklerimize değdi değeli. nasıl çalı, nasıl da buluyor tam da geçmek üzereyken şu yolu. onlar var. henüz ayırt edemedik bizden. ömrümün sebebi demişti arif, işte onlar her şeyin müsebbibi. bir şey yapıyorlar. çok şey yapmışlar. hani tam da ayrılacakken adam o kadından, kimseye söyleyemediği, belki bu yüzden en çok da kendini yiyip bitirdiği, ne için ayrıldığını da bilmediği, kollarını dirseklerine kadar sıvayıp kadın, diş geçirmişti adama, adamın teninin gürültüsü belki bütün geçmişini sağır etmişti. işte öyle derin, dolguya gelmez acıların sebebi olmuşlardı. orada olmasaydık biz, bilmeseydik o ete kopartılacakmış gibi geçirildiğini o dişlerin, nerede duysak tanırdık, izini sürebilirdik nereye gitsek, görse hangi çocuk ya da ihtiyar çıkarırdı bu pürüzün çelmesini. birileriydi onlar ve bunları neden yaptıklarını bilmiyorduk. bir zamandı hatırla; henüz, çaldığımızda bir kapıyı müsait misin diye sormuyorduk, gelebilir miyim demiyorduk, aç mısın diye kimse sormuyordu o zaman, mutlaka aç oluyorduk, konuşmamız gerekiyordu ve kimse meşgul çalmıyordu. aramızda kalacağına söz ver denmemişti hiç, çünkü ne birikse insan etrafına, yanında kim olsa, o araya kimseyi almıyorduk. elimizden bir şey gelmese de anlıyorduk. anlaşılıyordu elimizden bir şey gelmediğini. hani bir zaman bir yerde iki kardeş birbirinden habersiz her gece, birbirinin ambarına bir çuval buğday taşıyordu. sonra onlar. onlar bize ne zaman bu kadar düşman oldular bilmiyorum. biz iyiydik onlar değildi. biz başkasını da düşünürdük, en çok biz severdik, kıskanmaz sadece imrenirdik, onlar öyle değildi. gidişleri sebepsizdi, üzmeleri onlara zevk verirdi. alınlarını değmediğini düşündüğümüz şeylere değdirirlerdi. hiç anlamazlardı, asla hak vermezlerdi, kendilerini yerimize koymazlardı. onlar yalan söylerdi. aldatırlardı, hiç alttan almazlardı. hep söylenir hiç dinlemezlerdi. kıymet vermezlerdi. ama onlar kim bilemiyoruz. onlara da soramıyoruz. çünkü herkes bu tarafta. yandı düğüm, koptu bağ. 

bazen diyorum ki inkar bizi her şeyden kurtarabilir. bütün yükleri yüklenmekten kurtulabiliriz. hissettiğinin ağırlığından bile inkar ederek kurtulabilirsin. kurtulabilirdin, eğer ki başını yastığa koymak gibi bir şey olmasaydı hiç dünyada. eğer kendinle baş başa kalmak gibi bir fırsat bize verilmemiş olsa. her şeyi inkar edip kurtulabilirdin. yanık demedim de aklıma geldi. ben hiç yangın görmedim bir kutu kibrit bulduğum oldu ama. açıyorum gözümü bir kızıllık kaplıyor her yanı, kapatıyorum gözümü, ver elini roma. beklemek ama böyle uzak değil, yanıbaşında. beklemek sahiciliğini diş geçirererek deneyimlediğin bir gerçektir. beklemek birbirine eklediğin günlerin neye varacağını bilmemektir. beklemek, çok duvarsız bir örnektir. beklemek elden gelmeyeni, elinde olmayanla dengelemektir. beklemek karıştığın kalabalığın içinde kendi adını seslenmektir. beklemek duymadığın çıtırtıyla ürpermektir. beklemek eve girdiğinde kapıyı sürgülemektir. beklemek o kapının anahtarla açılmayacağını bilmektir. beklemek roma'da ister istemez titremektir.

kirpiklerim suda uyanıyorum. bir gölün benimle salındığı oluyor yatağımın üzerinde. tuzlu su balıkları, sarkıtılmış oltalar. 
yakamda iki el doğrularak.
beni not olarak cehennemin dibine düşür.
bulup çıkartsın biri ders olarak. 

3 Eylül 2011 Cumartesi

c


cenk c ile başlar k ile biter. oysa
cenk kadınla bitse de başlar gibi
can çekişir.
cenin bir taştır başına fırlatılır dünyanın.
cevaz verilir,
ceza çekilir.
cevap verme gereği çiselemez yağar.
can cenkle cana candaş olur. kadın aş olur, başucunda durur.
cisim kendini candan kopartarak kurur. baş ucu önemlidir.
cenk uçta başlar, bucakta biter.
caddeye bucaktan çıkılır.
cengaver sıfattır adam üzerinde iyi durur.
caddenin sonunda camdan köşkünde kadın bulunur. bak
cefakar cefadan türer cefa c’den.
cenk cefayı celbeder. bak
cebrail başlangıştır cellat son. bak
cennet sonla başlar.
cehennem ceremedir başa gelen çekilir. aranan adrese
cibiliyetle gidilir gibi
cingöz bir söz içimde durur.
cinnet
cenge eş değerdir çünkü gözler yumulur. bak gözünü yumarsan
cihet düşünde can bulur.
cümbüş o zaman başlar.
cümle cüret demektir. kurarsan
cürüm olur.
cümle c ile değil büyük harfle başlar dersem
curcuna olur. oysa
cumhuriyet cumhurdan mütevellit ayakta durur gibi bir
cümle anlamı, cabasıdır cengi göze almanın.
cafcaf cahil işidir demek gerçek,
caka tereciye satılmayacak kadar tedavül haricidir.
c kadını, kadın cümleyi başlatır,
cümlemizi başlatır gibi susarak.