31 Mart 2011 Perşembe

sandığın gibi değil

zeytin çekirdeklerini saymayı eğlenceli bunuyorum, böylesi geçiyor vakit.


kokudan, şefkatten, babamın ördüğü saçlardan yapılı.
öyle bir ferahlık ki, gözüme bile bu kadar inanmıyorum,
aynaya bakarken
bile, ayna bile karşılıksız kalır diyorum.
farkettim ki sesim sadece insan gibi,
sesim yaşıyormuş gibi sadece,
ölünün konuştuğuna bir delilmiş gibi sadece,
onunla konuşurken sadece.
bunun üzülmesin diye olduğunu bilmek,
o üzülmesin demek için ağzımı,
konuşurken etimden ısırıklar alarak.


olayın nedir senin abi?
işte ne bileyim böyle akşamları çay eşliğinde bir ütopya, bir olacaklık
yemeden duramıyor insan. bir dilim kakaolu ekmeke hayır diyemem doğrusu.
kakaodan ve zencilerden, saçlardan ve
anlıyorum sizi demekten.
kendime anladığımı anlatmaya çalışmaktan.
kendime yetenek seçiyordum, hiç unutmam.
makaslıktan, kağıtlıktan ve taşlıktan öte.
kapsayıcı bir şey hayal ediyordum.
sevilme telaşına düşünce mesela,


insan
bak tamamlamaya bile fırsat bulamıyor.


çözüm yolunda yapıcı davranıyorum bir gün.
oturmuşum bir ağacın altına.
vapurlardan duvar, denizin önünde.
biri geliyor kusura bakma birini bekliyorsun sanırım
ama diyor şu poşetleri taşımama
yardım eder misin. onca insan arasında beni seçmesinden
bir seçkinlik atfederek kendime, kendime
bile davranmadığım kadar kibar, saatimi yoklayarak,
kendime alelacele bir telaş yakıştırarak tabi ki
diyorum. ödüm patlıyor birini beklemediğim anlaşılacak.
yükleniyorum, can evimden minibüse taşıyorum
tamam bundan sonrası ben hallederim diyor.
bu görev bu birini beklerken bile yardım
aşkı, bu kibarlık beni öldürmek üzereyken nerdeyse
üste para ödeyecek halde kimseyi bekletmemek
için kimsenin beklemediği yere dönüyorum.
oflayıp pufluyorum, gelmeyecek heralde diyorum,
etrafıma bakıyorum. sağa bakıyorum. denizden çıkabilir mi
acaba diye o tarafı bile yokluyorum. göğe bakıyorum,
damlar şimdi diyorum. gelen giden yok.
sevilmeyen biri olduğumu kimse düşünmesin.
bir aksilik çıkmış desinler, e malum trafik diye akıl
yürütsünler, belki de unuttu,
belki de gelmek üzeredir desinler diye,
bütün numaraları çeviriyorum.
herkes beni izliyor biliyorum.
kimsenin geleceği yok, manyak bu diyorlar duyuyorum.
düşün bu nasıl bir perişanlık, yolda, otobüste,
asansörde, ilk fırsatta permuarımı yokluyorum.
siz gülmekten ölün istemiyorum.


diyelim ki çıktı.
cami yaptırırım abi,
ihtiyacı olanlara dağıtırım.
anket yaparım abi. derim ki nasıl yani,
nasıl karar verdiniz.
tekten seçmeli çok soru sorarım,
bana bunu açıkla, açıklarım senin olsun.
beni hezimete uğrat.
bir çağ düşün ki babana bile güvenme derken,
kendine güvenen insanlara birer krallık bahşediyor.
beslenmenin zeka üzerindeki etkilerinden ziyade,
yediğiniz içtiğiniz hatta sizin olsun,
bana ne gördüğünüzü, size ne gösterildiğini,
hangi tozlu sırrın çırpılışına şahit olduğunuzu,
gerçekliğin hangi çıplaklıkla,
bilmem hangi pozisyonlarda önünüze serildiğini.
bu değirmenin suyundan, bu burnun marsı gösterişinden.
şöyle hanımı, çocukları da alıp bir güzel.


ben çocukken, parmakla gösterilen bir çocuk
olmak gözde idi. ama mesela vitrinde bir şeyi parmakla
göstermek ayıptan sayılırdı.
gün geldi insanlar birbirini orta parmaklarıyla selamlamaya başladı.
kimsenin ayıbını göz önüne uzatmak istemem ama bak
ayıptı baba yanında ayak uzatmak.

bir adam, saçlarıyla sakalı
kazandığı parayla aldığı peynir gibi beyaz.
belki çok peynir alası gelmesinden,
isterken beklemesinden,
sabırdan ümitten.
onca yaşa rağmen koca koca çuvalları
yüklemesinden.
susma sesinden,
bildirmemesinden.


dahil duhul öyle dehil ve kavramların
kavrandığı yerde, saplı bir muz kabuğu mesela
özgü bir ses yakalamak derdiyle,
sanki susmamak geçerli akçe.
herkes kendi olsun abi.
herkeste sanki kendiliğe imrenilecek bir ben varmış gibi.
yerde ekmek görsem öperim.
tutar kaldırırım. silerim abi gözyaşlarını.
birini görsem, tanık yazarlar diye uzaklaşırım.
bu hamak.
iyi olmakla kendini iyi hissetmek arasında gerili.
yüksek gerilimli ve
hep kendini iyi hissetmeye meyilli.
üzülmez olur muyum, tabi ki ben de üzülüyorum,
mesela sümüklü çocuk fotograflarını, yalın ayaklıları
bu anı ölümsüzleştireyim diye,
her fırsatta yazık demek için,
ama yine iyi olmak yerine
iyi hissetmek için. bir gün bir ingiliz
bir alman bir fransız, bu dünyada
iyi bir doktor, iyi bir avukat,
iyi bir muhasebeci tanıdığın olacak abi demiş.


insanlık denedim, beğenmedim.


karnıma biri yumruk atacakmış gibi
hazırlayıp kendimi, tutarak nefesimi
hep uzaktayım ama
bir gun bi telefon gelecek
gelmen lazım, hasta diyecekler
gittiğimde ölmüş olacak.
o an unutacağım aldığım nefesi bırakmayı.
çünkü soluklan hele diyecek kimse kalmayacak.

27 Mart 2011 Pazar

sevgili ördek

savgılı ördük
kim ne derse desin, nasıl bir söylem kurtarabilirdi söyleyenini direksiyonu kırma şansını bize vermiş olmasaydı.

gözümde şiş.

bir de ayrıca ve hatta, aslen sadece itin dirseği denk geldi.
gayda gibi şişti.
uykusu gelmesin kimsenin diye atlamadan şu çiti demeli, söylemden elbet vahiy olur.
kelime türeyecekse köküne bakacaktık, anlamlı en küçük parçasından türetecektik vah ki ne vah.
kazıdan dil bulgusu da çıkar, bilgi olur.
duvarı tokatlayan ayıdan tarihi alıntı da yapılabilir elbet. ilk uygarlık bu hayvancağızın ellerinden töredi. törenlendi sonra.

hocam bu denklem hayatta ne işimize yarar?
defol pis öğrenci
derste konuşulmaz.
bırak dersi buraya gel.
burada bu parkta.
tahterevalli de güzeldir de el ele tutuşması zor olur elbet.
hem isim kazıması zor olur ve bir kazıda tarih sizden söz edemez.

tarih bizden neden söz etmeli?

oysa şimdi adını hiç duymadığımız, varlığını bilmediğimiz bir adamın ördüğü duvarın önünde fotoğraf çektirebiliyoruz.

adın batsın. bırak anılsın bu duvar. adım batsın
içine, derin. adam gömülsün.

biz de iyi bilirdik, gömmeden hemen önce dolabı.

birazdan kana vurgu yapan bir cümle gelecek.

fikir değiştirmek insan hastalığıdır alsa nasebep.
sebepsizlik kırmızı olmaz, dikkat çekmez çünkü.
domates tezgahlarının üzerindeki al branda elbet aldatacaktır.

öpmeden hayranlık duyabiliyoruz, gözden tat alma organı türetebiliyoruz.

bu kadar çok aynaya bakıp, kendini görmezden gelen bir yaratılmış daha var mıdır? göz ilah, ayna insan yapımıysa suçu kime atmalı, içimize dönemiyorsak?
baca temizleyicilerini diyorum, evimizin tepesine çıkarttığımızdan beri, elbet bizdeki karalık unutulacak. başımızın üstünde durmalıydı onlar, çatıya çıkarttık.

allah'ım bir melek.
yarsın vallahi sesim çıkmaz döşümü, çıkartsın.
melekten elbet baca temizleyicisi olmaz.

baca kirli, kir arınır suda. yoksa yoksa, evet ördek,
hakkını elbette vereceğiz.
-suyun sızladığını bilmeyenler, taşın kırıldığını nerden bilsin?-

selim abi bak sana ne diyeceğim.
ay ben bakmasam da orada.
bak masam da orada.
bakma sam da orada.
bak masamda morada.
ay deyince yumuşayan insan dede ekleyince nasıl aslına döner?
eşek etme sevdası yadırganamaz, yabana atılamaz diyecektim yanlış oldu. yüklemeyi seviyoruz çünkü.
yüklenmekten eşek olunmaz bari bunu yüklen.

bu cümlenin yükleneni yok hocam.

hayırdır, kim ola bu saatte demek aklıma hiç gelmedi, aklıma bir şey gelmişken. zili karna kim taktıysa allah ondan razı olsun.
la fonten elbette biri okusun diye insan mektup yazar. kimse okumayacak, okumasın diye yazan adamın akılsızlığından şüphe ederim zira.

lan akılla yürüyecek iş mi bu?

bak hele.
ailemden baskı görüyorum dört öğün patates.
saçlarını tara dediler bir sefer.
nerdeyse diş fırçalatacaklardı duvara vurup dökmeseydim hepsini eğer.
eve erken gel diyorlar, nerde kaldın fırçası atmadan önce tuvale. te ebesinin nikahı hatta.

oysa sen öyle değilsin.
özgür özgür sıçabiliyorsun sokağa.
iniş çıkış saatin yok dünyaya.
her yaz bodruma gidiyorsunuz oh ne ala.
bir de izi olmasa bokuninin.
babasıyla oturup karşılıklı çorba içemeyen adamlar var, ne boktan.

şerefe baba.

hangi noktalama işareti gelecek araya bulamadım da şunu diyeceğim; sende gönlüm olduğundan kulağım sende. sesin iyi geliyor alçağa . baba ne olur inme hiç şerefeden aşağıya.

sevgisini diğer tarafa bıraktı ne demek be abi? neredeyse ben de inanacaktım buna. bu dünyada seveydi çayı, hatta şekerli.

münker nekire soru hazırlamak saçma belki ama-

ona bak: gül yüzlü zebani olur mu? bana bak: günah çuvalıyla cennete girilir mi? şu feleğin işine bak: cennetle cehennem arasında meksika sınırı var mıdır?

şu okul, şu askerlik, haftasonu bir gelseydi, yatak odası takımı üyelerinin bonservisi bu denli yüksek olmasaydı, şu t
a
k
s
i
t
bir bitseydi, emekleseydim başa dönüp, sona gittiğimde.
zaman hızı yanına almış akıyor.
vakit bir türlü türlü geçmiyor. bir geçsek şu ardı arkası gelmeyen sınırdan ne var?
bak, ne var derken bile sonrasının telaşı.

hayatı boşa geçirmenin
o değil de ara verince bak çok yer kaplıyor. hayat katlanılmaz değildir be yav, katlanılamazdır. ve işte böyle ara verince bak çok ver tutuyor.
ergonomik değildir herhalde.

es geç, nereye geçeceksen.

yani anlayamamamdan bahsediyorum hiç olmazdı diye selim abi.
dünyada hangi insan her cümlenin arasına sıcak kelimesini en çok koyuyordur bunu istatistik bilimi açıklayabilir mi, onu soracaktım sana yarın. bir de insan bazen rahatlar ya abi, öyle klozet kapağı düşmesin ama aklına, başka türlü rahatlama. bazen bazı insanlarla konuştuğumda bu oluyor bana.

parfüm kullan. sözlerden daha etkili, sözden anlayan kız yok ki artık. deodorant kullan, parfüm kullan, jöle kullan. daha etkili demiştin de

üç beş tane söz kestim karşılamak için. o da işe yaramadı. mundar ettik anlayacağın.

kastım.
evet haklısın diyen beynine yay takayım.
kast için akli denge şarttır. ben nasıl kastedeyim diyecektim.

taksirle oldu bunlar.
iksir kafi.
aksır ki çok yaşa.
gözümü açayım ben de.

18 Mart 2011 Cuma

bozuk var mı

ağır konuşma bozukluğu. yaşıyorum buna bozukluk atsana.

ve laf ağızdan çıkar.
ağzımı bozdurma.
laf ağızdan bir kere çıkar.
özür dilemeyeceğim.
taş yuvarlanacak, yosun küsecek.
dağın haberi olmayacak.
görüşmecimin yeşil soğanı kokacak.

ne münasebet.
evet efendim.
her şey bir red ile başlayacak.
seni diş fırçalamak kadar özleyeceğim.
ağız kokumun bedelini burnuna ödeteceğim.
bir olura ölürüm ben.
ağzımı bozmayacağım.

ben kendi cebimden ödedim
gülücüğümün bedelini.
kimse biçmesin kendine paha.
çark etti fark
görmezden mi gelmeliyim.
aynı dar
aynıdır yani
baktığınız açı.
kimse yalandan ölmez
çünkü en sahicisi ölüm.
külde bir ateşlik vardır en nihayetinde.
bir yanışla yani
yanmışlığa kavuşmuştur.
kül olmuştur.
kendini kul bilmiştir.
hal öyleyken böyle
bir kuple kablo olmaz mı
aramızda bu sahiciklikle.

en çok onaylanmayı seviyoruz
onaylanmanın sevildiğini bilerek
körler
körelmiş ağırlar
ağrılar
harf düşmesi
dudak büzüşmesi.
ya küserse dünya bana.
aman allah'ım burası nasıl tenha.
kendimle başbaşa kalırsam
hiç olduğumu anlarsam.
alkışlamalı beni dünya
kendi sesimi duyabilirim yoksa.

amuda kalk
armudun sapını göreceksin.

-oh baby baby it's a wild world-
do si la sol fa mi do

-yaşamaklı musa'nın yaşmaklı öküzü ho-

15 Mart 2011 Salı

ikircik

yani sallantı. muallaktır muhakkak yani.

gerek yok
yokmuş
yokoluyor

-vurdular ah seni,
ah tak tak, ah tak,
kopardılar ah seni,
ah bir bak, ah bir bak
kalbinde ah eksik,
ah tik tak, ah tik tak
yanıyor menekşem, alev alev ağlayarak-

dünya büyüdükçe içine gömülüyor.
gömülsün
kıpırtısı neyinse içerdekinin
ölsün

birazdan kurtulacağım her şeyden
kanat takıp sürünmeme az kaldı yani
yani az
az kaldı tutuşuyordum
hevesten

düşe/yazdım
nimetle şaka olmazdım
olmazdım inan beş dakika
umursusamıştım
yalım, çanağım, köpekliğime sırnaşmıştım
olmazdım yoksa böyle deniz seviyesi
esi, boş geçmesi
toparlayana
toparlayama
aşkla nefret arasındaki ince çizgiden bahsederken
severek yiyeceğin dondurma yere düşünce üstüne basarsın ya
işte öyle demiştim işte öyle
soğukluğum, düşüşüm

bana da dedim bir maharet
ki üstüme yoktur gecenizi mahvettim demekte
hayatınızı mahvetmekte böyle bir maharette yani
yani üstüme yoktur
yani kat mülkiyeti, inşaat izni
allahım bu nasıl bir ödül
saklı pay, iştirak
ümit verme de üstüme yoktur
yok oldu
öncesi yoktu yani varoldu

gerek yok
yokmuş
yokoluyor

siz kimsiniz
kimsiniz hayatımın orta yerinde
-bahar mı deseydim-
orta yerinde böyle mahvıma
mahv dediysem
gördüm ölüyordu insanlar
yani bunları da
çocuklar yalın ayaktı bunu da bildim ama
yani bir tutacak deyim
hayatı tutmak lazım ama elin yanınca işte
işte bir tutacak
bir tekrar işte
bir yüzü kara bilahare

işte şişeyi saldığım bu deniz
bir kıyı
umudu yani
yani kapağını ömrümün kapatıp üstüme
tıngır mıngır
hüngür hüngür
yani çıplak, burasını unutma
bir balık, ah yunus ne şanlısın
ah av mevsimi
kalbimin çatından çatan, sonra alnımın ter atışları
işte bu deniz nasıl uzak
nasıl kıyıya

uğraş sahibi olmak yani
değiştirmek çizgini
bu kadar meşguliyetisizlik fazlaydı yani
kaşıntı de kurtul
ah necip
ah dokuz, bir ve pul

yo bebo y bebo y bebo para olvidarte
yo duermo y duermo y duermo para no pensar
iç tabi, iç ki kanasın
yani -kanıyor kızılından yıldızlı geceleri,
dalından koparılmış baharın çiçekleri-

gerek yok
yokmuş
yokoluyor

müsaitim gel
gel ve yanlış anla
yanlış bağışla
gel ve
neyi sarınmak istiyorsa yani sevecenlik
yani

yani bugün sahteliğim her günden fazla
merhaba dedim o derece anla
merhana dedim bu gün burada
yani toplana toplana
-Satıver anasını anâsır mı olucan-
imkan verilse yani
yani birikmiş
ikircikmiş
ikircik.

başlık

ben henüz abi

ben henüz yazarak tüyleri bile kabartamazken
çakışım ateş, üfleyişim sönüş değilken
taptaze, belki pür-i pak
salınarak
belki aksakayak
kayak takımı, muz kabuğu, beş karış ve akıl
çerçeve ve kafes
süt ve nefes
dolanırken kısa pantolon paslı çakı.


koç ve boğa tercihleri konusunda hala emin olamadım bu arada.


dişimi sıkıp da
gıpta
ederken
aman allah'ım hayranlığı
bazen kibir yayvanlığı ile
seyir ederken
farkedilme arzusu taşırken
tarafından
belki bu soyluluğa ortak olma telaşı taşırken.


öküz virüsünü görmezden gelen bilim dünyasını da kınamaktayım bu arada.


kelime kelimenin boğazında ilmek
sen yazarken yani
ümüğü sıkılmış yazı
aynı zamanda şefkat
döverek sevmeler, yatağa yuvarlanışlar dışra.
bir tarz
laz burnu
ve beş yüz metre engelli.


doğru orantı, dokuz, pul ve köy ve hala bu arada.


hep bir red.
saçmaladığının iftirası
yani insanların en çok da kendini sevmesi abi
en çok kendine kıymet vermesi
en çok gıybetetmesi
takdiri gaybetmesi
uçkur gailesi
daha büyük hevesi.
heryerimiz tanrı
heva ve helva.


kelime dar ağacında sallandırır mısın bir şeyler bu arada.


bilgi
bir kulak
bir depo
kuyu su ve bakraç.
daldır ve çıkart
bul ve konuş
hiç unutma
yüzün yine gülmesin
arada dişlerini göster
dökülmediği bilinsin.


hala fil şikayetçisi nasreddin'i satmışın teki gibiyim bu arada.


dediğin gibi bazen
bazen dediğin gibi
bazen gibi dediğin
yanında poz vermek bile
kimisine yetebilecekken
fotoğrafların uçlarını yakmak istemeleri
bazen
sen kovmadan istifalar yani
bunları hep gördük zaten.


göğüsteren en favori içeceğimdir hala bu arada.


annemin o camı eliyle kırışı
yani tenime vicdan damlatışı
hep onun olduruşu
kaldı bu silinmez acımak suçu üzerimde
acıyan nasıl yaşar
gözlerinin benimle beraber dolduğunu
yani türkçesi
iki musluk bir havuzu.


kısa kesersem saçlarımın örgülerine yazık bu arada.

bir içim çim, bir tutam su

âh etmekten bıktım. kabul buyur şiarımı.

met'e;

neden-sonuç. çünkü sonucu seviyorum. sonuncu somun benim, bir de bu var.
yedi katlıyız, babam göğe merdiven dayadı. hu.

algida dondurma neyse de insan algının yüzüne kapıyı çarpar mı?
izah mizahtan daha zor. mesela çocuk elbiseleri de daha pahalıdır.
m harfinin yokluğuna gelsin bu parça.
güldürmeyen acı beni güçlendirir.
allah'ım bu kahkahasızlık biraz fazla.

giriş yapamadım ilk defa biriyle konuşmaya.
klavyesinde kavalye yani. diksiyonunu yuttum bu işin,
ama gel gör ki tuşları kekeledim.
ama alttan alıyorum, yüzelli kilonuza rağmen, az insaf, el insaf dedim.
anlatamadım.
insan bindiği dala kusar mı?
aslan attığı terden belli olur, pes ettim.
sektöret bazda dikkate alındığında kafasını yararlar adamın,
ben tahammül ettim.
ama ben de insanım
benim de bir cananım var.
ismet abi yirmibeş sene yaşadım, benim anım var.
sonra muhabbeti kestim.

ama bir tebüssüm ettim, bir hap ver dediler hadi, hastanız dediler. diyor.
ama kendinize atfettiğiniz bu önem biraz fazla.
ben demiştim demek çok saçma.
iki seçenekten birini seçmek seni dahi yapmaz, dana.
sözüm, senin elçiliğine de zeval getirecek tarzda, tüm öküzlere.
hiç dinlemiyorsunuz.
ayakkabı kalıbında mısınız?
ayak tesadüfi değildi, kokuyla alakalı.
kendinize affettiğiniz bu günah ama.
allah'ım bu kahkahasızlık biraz fazla.

virüsü buralara bir yere sokuşturayım. öküzler zaten heryerde.

şarbon marbon kesmez sizi. gidi deli dana.

soktum gözüne yayı.
nefret edemem sizden.
bu önem size fazla.

iç ticaret açığınız gün geçtikçe artmakta.
hep alıyorsunuz.
farkında mısınız.

abi güzel günler görecektik
ama gel kör ki
dereyi görmeden parampaçayım.

bilsem az fazla ağlardım
bilsem müdüreyi, hakimeyi, latifeyi eğlendirirdim
çocuk havuzuna girerdim
buralarda bir 'r' gördünüz mü, üç yaşlarında?
sığlıkla sığırlığın benzerliği tesadüf müdür abi?
şu benzerlik tesadüf olabilir mi?

çok fazla gülüyoruz ama hiçbirimiz
güler yüzlü değiliz
demiştim.
herkesin gözüne batıyorum ama
kimsenin gözüne giremiyorum bu da not alına.

allah'ım bu kahkahasızlık biraz fazla.