Bir sabah yine, bir gözleri ahuyla şen kahkahalar, “Saç kesimine bayıldım”
naraları atamadım. İnce belinden kavrayıp sokaklarda dolaşamadım. Onu da geçtim
kahvaltımı yaparken portakal suyu içip, bol ekli bir gazete okuyamadım. Yumurta
yedim, çay içtim yine, yine sallama hem de. Üst üste konulmuş, sağı solu
dağılmış kitaplarımın manzarasında, “bunları okuduğum için dağınık burası”
havasında. “Önerebileceğin bir kitap var mı?” diyen olursa, okuduğum bütün
kitapları sayıyorum, çok mu yabancı geldi bu tavsiye sana?
Aslında
önemli biriyim. İş, eş, arkadaş çevremde veya toplumda fikirlerime saygı
duyulur. İçinden çıkılamayan bir mesele olduğunu düşündüklerinde ilk olarak bana
gelirler, onlara sunacağım bakış açısı sorunun çözümüne değil, çözüm yoluna
yöneliktir. Pratik tariflerle inanılmaz tatlar elde etmek gibi, püf noktasıyla
sonuca yalın yaklaşımlar yapmak gibi. Ben onlara gerçeği veririm. Onlara hayat
tecrübemin bana kazandırmış olduğu öngörünün ışığında yol gösteririm. Bu
çalışma ile elde edilebilecek bir şey değil inanın. Garip bir yetenek, pek az
kişiye bahşedilmiş bir şey. Sadece fikirlerimin varmış olduğu noktayla da
alakalı değil bu saygı duyulma hali. Eğitimim, sosyal yaşantım, başarılarım,
bunların hepsi bu saygının oluşumunda etkili oldu. Bu sebeple kendimi “çok
yönlü olmanın hakkını teslim eden kişi” olarak tarif edebilirim.
Anlattıklarımın
kuruntudan öteye gidemediğinin aksini ispatlamak da bana düşüyor tabii ki. Kendimden
bahsetmeyi, daha da önemlisi kendimi övmeyi sevmiyorum ancak durumun ortaya
konması açısından bu yola başvurmayı da kaçınılmaz olarak görüyorum. Fikirlerim
demiştim, ortalama insan aklının önerebileceği her şeyin en uzağından geçerek
bu noktaya varmış bulunuyor. Alışıldık yol göstermelerin, bilindik önerilerin
hepsine burun kıvırarak varlığının başkalığını perçinliyor. Geçenlerde
telefonum çaldı. "Konuşmamız lazım" dedi bir arkadaşım. En sevdiğim
dizinin ilerleyen bölümlerinde ne olacağına dair kafa patlatmak gibi bir
meşguliyetim olmasına rağmen, “Tabii ki” dedim, “Buyur gel, konuşalım”. Çünkü
arkadaşlık bunu gerektirir. Arkadaşlık fedakârlıkla beraber bir bütünlük arz eder.
Bunun farkında olmamanın beni aynılaştıracağını bildiğim için üzerime düşeni
yaptım ve kapımı açtım. Yüzünden düşen bin parça, bin bir gecelik ilişkisinde
sorunlar olduğunu bağırıyordu. Öğrendiğim ilişki tekniklerini uygulamanın tam
zamanıydı. Oturduk, konuşmaya başlamadık. “Beraber susabilmek” modasının
kucağındaydık, bu bir erdem olmalıydı. Susmanın bu kadar lafı edildiğine göre
susma işinde bir müthişlik vardı. Bacaklarını karnına çekip, kollarıyla
bacaklarını sarmış, çenesini dizlerinin tam ortasına getirmeye çabalamak gibi
acayip bir hobi edinmişti o esnada. Yüzünde, sabah beşte yatıp yedide kalkmak
zorunda kalmış gibi bir ifade vardı. Söze giren o oldu [İşte bunu seviyorum. Biraz
sabır, kahraman olmak için yeterli. Hemen içimden lafı soktum "Ben daha
çok beraber sustum"] ve "Bitti" dedi "Bitti". Bütün
bitişler uzmanlık alanımdaydı. Sorun yine bildiğim yerden gelmişti. İstediğim
çözümden başlayabilecek, kâğıdı doldurabilecektim. Ki ben en kısa çubuğu çekip
bahtımın sürgüsüne çakmıştım. En beterlerini yaşamıştım. En çok ben üzülmüştüm,
kimse beni anlamamıştı. İçime kusmuştum, bildiğim bütün dillerde susmuştum. Kendimi
yollara vurup, arkadaşlarla kafelerde oturmuştum, “Şu kız fena değil” deyip “yerine
sevemem”ler tutturmuştum. Hepsini, hepsini zirvede yaşamıştım. Oturduğum
koltuktan kalıp arkadaşımın yanına gittim. Zehirlenen hislerine panzehiri bir
an önce zerk etmeliydim. Yoksa anlamsız bir kırıklığın baş aktörü olabilir,
rolü için kilo alabilir, saçlarını kestirebilir, kendisini odasına kapatabilir,
“Bütün erkekler öküz”, “Sevdiğim kadar sevilmedim” diyebilir, “Sana o kaşarla
mutluluklar dilerim” gibi temennilerde bulunabilirdi. Gelmişken burada biraz
kalayım.
[Ne
dillere destan bir görünüşüm, ne ağızları açıkta bırakacak bir yeteneğim vardı.
Ne ulaşılması imkânsız okullarda okumuş, ne gıptayla bakılacak bir meslek
edinmiştim. Ne büyük kazanımlarım, ne asla unutulmayacak fedakârlıklarım
olmuştu. Günümün sekiz saatini uyuyarak, sekiz saatini “Mesai bitsin” diyerek,
kalan sekiz saatini de nasıl müthiş bir insan görüntüsü verebilirim diye
düşünerek geçiriyordum. Hayatımdaki üç-beş kişiden başka varlığımın farkında
olan insan sayısı üçü-beşi geçmezdi. Varlığım insanlık tarihine hiçbir şey
katmamıştı. En fazla torunlarım adımı anacaktı. Yani bir yüzyıl içerisinde hiç
yaşamamış sayılmam için gerekli bütün şartlar yerini bulacaktı. Bunun
farkındaydım. “Cesur değilsen bile öyle davran, kimse ikisi arasındaki farkı
ayırt edemez” diyen adamın tezgâhından geçmiştim. Dolayısı ile “biliyormuş gibi
görünmek balonu”m, bir iğne ucuyla karşılaşana kadar gayet şişkin varlığını
sürdürecekti. Politik yaklaşım, sosyolojik değerlendirme, ekonomik irdeleme,
sanatsal bakış, edebi derinlik, eleştirel bütünlük, nesnel kalmışlık, yazınsal
hayat, çözümsel sebat, hepsi bendeydi yani. “Açık kalp ameliyatı nasıl yapılır”
deseler, o konuda bile fikir yürütecek bir muhakeme kabiliyetinin
zirvesindeydim. Hiçbir dayanak sunmadığım kesinlikler piyasaya sürmekten beni
alıkoyacak bir sistem geliştirilemediği için, mesnetsiz konuşmaların aranan
ismi olmuş, hep meşgul çalmıştım. "Sevdiceğim ağzıma sıçtı" diyerek
kitlelerin duygularına yaptığım yeminli tercümanlığa engel olacak set henüz
kurulamamıştı. Aldığım alkışı sonuna kadar hak ediyordum. Ama kimse de umurumda
değildi. Ben beğenilmek adına hiçbir eylemde bulunmadım, beğenildiysem de oralı
olmadım. Hayatı bildiğim gibi, algıladığım şekilde yaşamanın haklı gururunu
yaşıyor, hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşıyorum. Duruşumdaki
kayıtsızlık, bakışımdaki umursamazlık, beni imrenilecek kişi yapıyor. Gibiyim
gibi gibiyim. Kafam atarsa çeker giderim. Bu kadar dikbaşlı, asi soslu, jülyen
dilimliyim.]
Elimi
arkadaşımın omzuna atıp "Üzülme" dedim, "Senden iyisini mi
bulacak?", "Kaybeden kendisi olur". Verdiğim bu akıl, zihninde
şimşekler çakmasıyla sonuca ulaştı. Yeniden doğmuş, aydınlanma çağını yaşıyordu.
"Tabii ya" dedi, "Ben ne düşüneceğim, o düşünsün" diyerek
sevinç gözyaşlarına boğuldu. Mutluydum. Çünkü kimsenin dinlemediği müzikler
dinleyip, kimsenin bilmediğini filmleri izlememin, kravatı nizami takmamak gibi
aykırı bir hayat yaşamamın, dilimin kemiksiz oluşunun, zapt edilemez
düşünüşümün, keskin zekâmın, engin dehamın meyvelerini dağıtma görevim yine
başarıya ulaşmıştı. Kendi kendime tekrarladım.
"Yoksulluğum
budur benim, durup dinlemeden bağışlıyor elim"