bir kapı kapanmış, bir kapı açılmış. hiçbiri bizim kovulduğumuz gerçeğini değiştirmez. işte böyle böyle kalamaz insan bir yerde, işte böyle böyle gidemez hiçbir yere. çünkü kalmak varlık bulmaktır. kalmak, ha var ha yok'a bir sebep aramaktır. bulamayınca, bunalmaktır. hayır sevmemen değil, sevmen şaşırtıcı olurdu. bunda şaşıracak ne var. olan oldu, buyur hayret et. demem o ki bugün burada olma sebebimiz, bugün burada olmayacak kadar güzel bir sebebimizin olmamasıdır. çok oluyorsam söyleyin. ya da bana bir gülümseyin de dişlerinizi dökeyim. insan istiyor ki istemesin. yani dememem o ki hiçbir şey söylemeyerek ve açıklarımı açık etmeyerek anlaşılsın istiyorum o tamamlanamayan his. bana bir anlam verin de sebep bileyim. işte buralar hep kızılcık şerbeti. inceldiği yerden kopsun mesela kızılca kıyamet. hadi bir çiçeği her şeyin yap, her şeyden vazgeçmek o kadar da zor olmasın. ha bir kapı açılmış, ha bir kapı kapanmış, var mısın?
varsayalım yerimizde saymıyormuşuz da kesin bir yargıya varmışız. söyleyebilir misin neye değdi elin de mahvetmedi onu? bir şey söyle bana, neyi berbat etmedi şimdiye kadar dokunuşun? ayak bastığın neresi çöl olmadı, neyi tuttun da şimdiye kadar gitmedi, bir şey söyle bana, neye kollarını açtın da sarılışın kurutmadı? dudağının kanatmadığı bir ten, yokluğunun aranmadığı bir an var mı? yok. hay varlık. yüz çevrilirken senden, hiç aklına geldi mi sırtını çevirişin? kaç kere geçmişini yaktın, köşeyi dönmek için. kaç kere sözünden döndün, sorumluluğunu sahipsiz bırakmak için. kaç kere heba, kaç kere hiç, kaç kere debeleniş, kaç kere başkalarının üzerinde, kaç kere kaç. hiçbiri mi hatrında yok? var. hay yokluk. varsayalım sen yoksun. gibi ben yok yere, olur olmaz, ikide bir, en çok bana, durup dururken, neyi sebep bilip, küfeyi sırtımdan atmak üzere, varsayalım sen öyle yıkılmak üzere bir imge olasın, ben altında kalmak için can atayım, hiçbir şeye kendimi layık görmemek gibi bir ikiyüzlüğü de ardım sıra sürükleyerek, gel gör ki peşini de bırakmayayım. mesela sen yoksun, yeniden doğmuş gibi oldum diyeyim de ömürlük söyleyişlerimi unutup yok sayalım.
ne olur ne olmaz, ne olur olsun. yazmasam ölür müyüm? peki ya sen yazsan iki satır? sen diye bir şey olsa mesela. bu alfabe sadece olmakla tatlandırsa ağzımızı. ne olduğunu bilmediğimiz yokluğun kapatsa açığını, dürse defterini. kesilse bekleyiş, parça pinçik. sanki biz başka bir hayatı yaşayacakmışız da birinin raya yaptığı müdahaleyle sapmış rotamız. bambaşka bir yere varmışız, bambaşka biri olmuşuz. bir dilek dilemişiz, başımızı döndürmüş beklenti, o kuyuya düşmüşüz. düşerken bir dal tutup, daldaki kuşu ürkütmüşüz. yolmuşuz teleğini kuşun, yapraklarını kurtuluşun. madem ki shakespeare'in kuş tüyü bir yatağın keskinliğinde hayatı tehlikede, uzanıp beklemişiz. ölecekmişiz sanki de kimseye ayıp olmasın diye hayatta kalmışız. oturup bir gemi daha yakmışız, bir nefes çekip öksüre öksüre ağlamışız. kırık dökük, zeminle bir, ellerimizde kir, içimizde çalkantı, mucize bu ya devrilmiş kuyu, sürüne sürüne çıkmışız. bütün pisliğimizle dünyaya karışmışız. işte böyle piç etmişiz her şeyi, sırf biz yaşayalım diye. dilenmeseydi dilek, kararmasaydı göz, düşün tortumuzu bulaştırmamışız, hiç leke bırakmamışız. varsın olsun, olur mu olur, olmaz olsun.