bir faydası var mı? yok. yokluk bolluğundan varlığı neremize süreceğimizi şaşırdık. havucu kardan adamın yanlış yerine sapladığım oluyor. çok arabesk vuruşlarla mesela. kan kırmızılı, zülfikarı daldırarak palete. pedala ortak olarak, koyarak deniz mavisini sepete. bak işte put dememişken aklıma pot geliyor. biliyorum sizi de üzdüm. hatta size siz demem ve dahi senleri bir potada eritmem, bu bile alınmanız için haklı sebeptir. haftaiçi bir kamyon açıklık getireceğim. heybetinden yanına varılmaz dağlarda kin güdüyorum, sebep otlatıyorum, azığımı azımsıyorum.
olmaz böyle tabi. doktor röntgen filmini tuttuğunda ışığa ödüm koptu "ben senin ciğerini bilirim" diyecek diye. boşuna mı ördük bu kafesi, bu mahkumiyeti reva görüp, bu mahrumiyeti boşa mı kabul ettik. kendimi yüksek bir yere. evet, kabul ediyorum. sen değil, ben. tozlanmak pahasına göze alıyorum. orada unutuluyorum. küflenince küfrediyorum. ciğerim kaç para etmez, buna bilim yorum getiremiyor. ölmekten gülüyorum.
bu yavanlık çok katıksız bir boşluktur bunu biliyorum. şu uzaklığın uçlarından aç karna üç-dört doz mutlaka alıyorum. ne yemesem diye üşeniyorum. bir haber gelmek üzere, hep öyle bir hal. "sonunda" diyeceğim ve kalkıp gideceğim sanki. bütün dünyaya acıyıp, hiç birini sevmemek nasıl bir şey. yani hepsini kıymete bindirip, ben yayan gidiyorum.
ağlıyor musun sen? hayır, gözlerimden uyku akıyor. çok sevdim ben be. çok sevdim. cam kırıklarına basar gibi bastım yüreğimi yoluna.
toz olurum nefesine yerden düşmemecesine havalanan.
kalp atışı gördün mü sen hiç tek seferde fersah fersah öteye ulaşan?
-yamru bastım iş değildi hake çakılmak bayırdan-
bilinmemek bir sır olmuyor her zaman. görmezden gelinmek bizi sır yapmaz mesela.
ela ela ela e.
under my umbrella.
çekti gitti.
yüzünde oluk mu oluşurmuş insanın deme. burnum da aktı.
aktı hayatım avucumdan.
şaka şaka.
birini uğurluyoruz sadece seni seveceğim diye, oysa biz sadece kendimizi seviyoruz.
başkasının bizi sevmesi bile bizim kendimizi sevmemizle alakalı aslında.
kendi acımızı kendi sevgimize dönüştürüyoruz bir de.
çok üzüldüm be.
işte bu yüzden sevimli olmalıyım herkesin gözünde.
kalp atışı gördün mü sen hiç tek seferde fersah fersah öteye ulaşan?
-yamru bastım iş değildi hake çakılmak bayırdan-
bilinmemek bir sır olmuyor her zaman. görmezden gelinmek bizi sır yapmaz mesela.
ela ela ela e.
under my umbrella.
çekti gitti.
yüzünde oluk mu oluşurmuş insanın deme. burnum da aktı.
aktı hayatım avucumdan.
şaka şaka.
birini uğurluyoruz sadece seni seveceğim diye, oysa biz sadece kendimizi seviyoruz.
başkasının bizi sevmesi bile bizim kendimizi sevmemizle alakalı aslında.
kendi acımızı kendi sevgimize dönüştürüyoruz bir de.
çok üzüldüm be.
işte bu yüzden sevimli olmalıyım herkesin gözünde.
dev insan stokları görüyorum. çantada keklikten buraya. biri olmazsa biri, öteki heba olursa beriki. herkeste bir gard, kimse kimseye kafa göz dalmıyor ya bu beni çok duygulandırıyor.
duygulanınca beni huzursuz eden, mutlu eden, üzen, heyecanlandıran, kızdıran şeyleri beni huzursuz etmelerine, mutlu etmelerine, üzmelerine, heyecanlandırmalarına, kızdırmalarına göre kategorize ederim, acımam. ayrım noktamız benim neyden huzursuz olduğum, ne ile mutlu olduğum, heyecanlandığım, neye kızdığım, üzüldüğüm, neden mutsuz olduğum noktasında. ben kendimle değil, dünyayla çelişiyorum. diyorum ki yavşaklık standartlaşınca, olması gereken de erdem mertebesine yükseltildi.
şaka bir yana. sen bir yana.
tahammül edebildiğim hiçbir şey yok, değil insanlara ikiye bile katlanamıyorum. ki ikinin ağzı var dili yok. bir şey söylediğimde anladığını düşündüğüm birkaç kişi var. şu an şuraya bir parantez açıp anlatmak isterdim. anlayacağınızı umarak. umduğumu anlayalı beri yapmıyorum.
değişmeyi hiç denedim, hep olmadı.
beni böyle kabul edin dedim.
al işte. beni böyle kabul edin'den daha kibirli bir cümle bilmiyorum, bu beni huzursuz, mutsuz, üzgün, kızgın yapıyor, haliyle heyecanlanıyorum, kan dürüyor gözümü.
işte kategori. beni böyle kabul edin şefkatle sarılırken, ulaşabileceğim bir mükemmellik kalmadı demek tekmeyle tokatlanıyor. anlaşamamamız beni çok kategorize etti.
"okudum, çok güzel kitaptı" dediler, çok duydum,"okudum, beni çok güzel yaptı" diyeni henüz görmedim. marangoz tezgahından geçmiş bir ağaç kadarlığımız yok, şu sayfalar arasında.
insan kendisine karşı pek naif, çok sevecen, hiç eleştirel, biraz nesnel, sonuna kadar haklı, karşısındakine karşı bu kadar bencil olmasaydı, diyecektim o çiftliğin çitlerini ben boyarım.
şaka bir yana. sen bir yana.
tahammül edebildiğim hiçbir şey yok, değil insanlara ikiye bile katlanamıyorum. ki ikinin ağzı var dili yok. bir şey söylediğimde anladığını düşündüğüm birkaç kişi var. şu an şuraya bir parantez açıp anlatmak isterdim. anlayacağınızı umarak. umduğumu anlayalı beri yapmıyorum.
değişmeyi hiç denedim, hep olmadı.
beni böyle kabul edin dedim.
al işte. beni böyle kabul edin'den daha kibirli bir cümle bilmiyorum, bu beni huzursuz, mutsuz, üzgün, kızgın yapıyor, haliyle heyecanlanıyorum, kan dürüyor gözümü.
işte kategori. beni böyle kabul edin şefkatle sarılırken, ulaşabileceğim bir mükemmellik kalmadı demek tekmeyle tokatlanıyor. anlaşamamamız beni çok kategorize etti.
"okudum, çok güzel kitaptı" dediler, çok duydum,"okudum, beni çok güzel yaptı" diyeni henüz görmedim. marangoz tezgahından geçmiş bir ağaç kadarlığımız yok, şu sayfalar arasında.
insan kendisine karşı pek naif, çok sevecen, hiç eleştirel, biraz nesnel, sonuna kadar haklı, karşısındakine karşı bu kadar bencil olmasaydı, diyecektim o çiftliğin çitlerini ben boyarım.
diyecektim ki dil sürçmelerini, çarpık dişleri, aksayan ayakları, parantez bacakları, utangaç insanları, kamburları, çöp gibi oğlanları, şişman kızları, kekeme orhanları, bıçak izli alınları, az çalışan kafaları, öyle düşünmeyenleri, ayağı kayıp düşenleri, benzerlerinizi ve dahi size benzemeyenleri de sevin.
diyecektim ki
ay ben bakmasam da orada.
bak masam da orada.
bakma sam da orada.
bak masamda mor ada.